Üstemizdeki yılın Kasım ayında fakülte arkadaşlarımla beraber ilk defa ülkemin dışına yani Türkiye’ye yolculuk yaptım. Böyle olanağın Allah’tan bize nasip olduğuna gerçekten de hepimiz çocukça sevindik. Çünkü Türkiye’ye gitmek ümidi aslında üniversitemizde her öğrencinin haylinde yaşar.
Türkiye’ye yolculuk yapmamızın amacı tarihi İstanbul şehrinde organize edilen 12.Türk Dünyasının Gençlik Günleri kurultayına katılmak idi.Yani Türk Dünyası ile daha yakından tanışmak idi.
Kurultay hakikaten de çok güzel geçti.Türk Dünyasının 41 değişik yerinden gelen soydaşlarımızdan dost edindik.Nasıl bir sıkıntılar,sevinçler vardıysa onlar ortaya koyuldu.Ve gelecekte de ekonomik,sosyal ve kültürel yönden beraberce iş birligine devam ettirmek gibi meselelerde fikirlerimizle, bilgilerimizle paylaştık.Aziz soydaşlarımın sözlerini dinlerken kendimizin ne kadar şanslı gençlerden oldugumuzu anladım.Çünkü, bazı Türk akrabalarımızın milli kimliğini koruma meselesi şiddetli durumdaysa, bazılarının yaşadığı ülkede hukukları çok sınırlıymış.Ve günümüzde 1 milyon soydaşımın evi yok, kendi memleketi yok olduğu kalbimde hissedildi.dolayısıyla ülkemde insanların ne kadar şanslı ve bazılarının da ne kadar tembel olduğuna orada süylenen süzleri dinlerken mecburen katılmak zorunda kaldım.
Keşke,elimde büyük bir idare gücü olsaydı, akrabalarıma yakından yardım ederdim.Böyle hisslere özellikle, Doğu Türkistan’dan gelen soydaşım söylediğinde katıldım:”Çin’de kendi Türk dilimizde konuşmamızı yasakladılar.”Aşırı islamcılar”diyerek dünyaya terroristler olarak ilan ettiler. Bunun için gençlerimizin birçoğu öldürüldü . Bizim için ya ölüm ya kurtuluş!”diyen hayatlarındaki acı gerçek sözlerini ortaya koyduğunda, bence kalbi buzdan olan insanın bile kardeşlik duyguları ansızın uyanırdı.
Böyle olanaktan faydalanıp, Türk Dünyasını bir araya toplayan kurultayın düzenleyicilerine büyük bir minettarlığımı sunuyorum.
Türkiye’de geçen 10 günlük yolculuğumda bilhassa İstanbul ve Bursa çok hoşuma gitti. İstanbul’da taşlardan yapılmış yollarda giderken kendimi sanki Osmanlı devrinde olmuş gibi hissettim. Özellikle, muhteşem Topkapı Sarayı’nın koskocaman kapılarından geçerken buraya bizzat Osmanlı padişahını ziyaret etmek için gelmiş gibi heyecanlanıyordum. Harika!Osmanlı devrinin en değerli enserleri, servetleri bütün burada toplanmış.Enserler gerçekten de birinden biri çok güzeldi.Onların olağanüstünlüğünü sözlerle anlatmak gerçekten de zor.Onları sadece bizzat kendi gözlerinle görmek gerekir.
Topkapı Sarayı’nda ilgimi çok çeken şey:Sultan III Mustafa’nın altın, elmas ve değerli taşlarla süslü zırh takımı oldu.Bu güzellik o kadar parlıyordu ki, ondan güneşin ışıklarına benzer bir ışık çıkıyordu.Sultan III Mustafa’nın bu zırh takımını gözle iyice incelemek için en azından 1 saat gerekiyordu. Maalesef, bize böyle fırsat verilmedi.
Bursa’da ise ilglmi daha çok türbelerin birisindeki astronomik şekiller, gezegen biçimleri çekti.
İstanbul’un hakikaten de büyük bir şehir olduğunu futbolda gördüm. Gerçeğin söyleyeyim , aslında futbol seyretmezdim.Türkiye’deki gençler futbola çok düşkünmüşler. Stadyumdaki kalabalığı görüp, İstanbul’da hayat durup, hepsi buraya gelmiş gibi hissedildi. Meğer, futbolu televizyondan değil de canlı görmenin ne kadar ilginç olacağının farkına vardım.
Böylece sabah saat altılarda yola çıktığımız bu geziler çok süper geçti.Geç akşam döndüğümüzde o kadar tatmin edici yorgunlaşmışız ki, oteldeki numaramıza girer girmez yatağa atıldık.
Sabah. Her sabah kalkar kalkmaz ilk yapacak işim odamızın penceresinden bakarak Marmara denizi ile selamlaşmak oldu. Çünkü Allah’ın yarattığı bu koskocaman denizden bir günlük enerji, yeni bir keyif alıyor gibi oluyordum.Ve ülkeme döndüğümde de Marmara manzarası göz önümde o kadar iyi kalmış ki, derslerden yurda geldiğimde sevdiğim manzarayı 5-10 dakika tahayyül edip dinlenir oldum.
Gülkayır Orozbayeva / Kırgızistan
Türkiye’ye yolculuk yapmamızın amacı tarihi İstanbul şehrinde organize edilen 12.Türk Dünyasının Gençlik Günleri kurultayına katılmak idi.Yani Türk Dünyası ile daha yakından tanışmak idi.
Kurultay hakikaten de çok güzel geçti.Türk Dünyasının 41 değişik yerinden gelen soydaşlarımızdan dost edindik.Nasıl bir sıkıntılar,sevinçler vardıysa onlar ortaya koyuldu.Ve gelecekte de ekonomik,sosyal ve kültürel yönden beraberce iş birligine devam ettirmek gibi meselelerde fikirlerimizle, bilgilerimizle paylaştık.Aziz soydaşlarımın sözlerini dinlerken kendimizin ne kadar şanslı gençlerden oldugumuzu anladım.Çünkü, bazı Türk akrabalarımızın milli kimliğini koruma meselesi şiddetli durumdaysa, bazılarının yaşadığı ülkede hukukları çok sınırlıymış.Ve günümüzde 1 milyon soydaşımın evi yok, kendi memleketi yok olduğu kalbimde hissedildi.dolayısıyla ülkemde insanların ne kadar şanslı ve bazılarının da ne kadar tembel olduğuna orada süylenen süzleri dinlerken mecburen katılmak zorunda kaldım.
Keşke,elimde büyük bir idare gücü olsaydı, akrabalarıma yakından yardım ederdim.Böyle hisslere özellikle, Doğu Türkistan’dan gelen soydaşım söylediğinde katıldım:”Çin’de kendi Türk dilimizde konuşmamızı yasakladılar.”Aşırı islamcılar”diyerek dünyaya terroristler olarak ilan ettiler. Bunun için gençlerimizin birçoğu öldürüldü . Bizim için ya ölüm ya kurtuluş!”diyen hayatlarındaki acı gerçek sözlerini ortaya koyduğunda, bence kalbi buzdan olan insanın bile kardeşlik duyguları ansızın uyanırdı.
Böyle olanaktan faydalanıp, Türk Dünyasını bir araya toplayan kurultayın düzenleyicilerine büyük bir minettarlığımı sunuyorum.
Türkiye’de geçen 10 günlük yolculuğumda bilhassa İstanbul ve Bursa çok hoşuma gitti. İstanbul’da taşlardan yapılmış yollarda giderken kendimi sanki Osmanlı devrinde olmuş gibi hissettim. Özellikle, muhteşem Topkapı Sarayı’nın koskocaman kapılarından geçerken buraya bizzat Osmanlı padişahını ziyaret etmek için gelmiş gibi heyecanlanıyordum. Harika!Osmanlı devrinin en değerli enserleri, servetleri bütün burada toplanmış.Enserler gerçekten de birinden biri çok güzeldi.Onların olağanüstünlüğünü sözlerle anlatmak gerçekten de zor.Onları sadece bizzat kendi gözlerinle görmek gerekir.
Topkapı Sarayı’nda ilgimi çok çeken şey:Sultan III Mustafa’nın altın, elmas ve değerli taşlarla süslü zırh takımı oldu.Bu güzellik o kadar parlıyordu ki, ondan güneşin ışıklarına benzer bir ışık çıkıyordu.Sultan III Mustafa’nın bu zırh takımını gözle iyice incelemek için en azından 1 saat gerekiyordu. Maalesef, bize böyle fırsat verilmedi.
Bursa’da ise ilglmi daha çok türbelerin birisindeki astronomik şekiller, gezegen biçimleri çekti.
İstanbul’un hakikaten de büyük bir şehir olduğunu futbolda gördüm. Gerçeğin söyleyeyim , aslında futbol seyretmezdim.Türkiye’deki gençler futbola çok düşkünmüşler. Stadyumdaki kalabalığı görüp, İstanbul’da hayat durup, hepsi buraya gelmiş gibi hissedildi. Meğer, futbolu televizyondan değil de canlı görmenin ne kadar ilginç olacağının farkına vardım.
Böylece sabah saat altılarda yola çıktığımız bu geziler çok süper geçti.Geç akşam döndüğümüzde o kadar tatmin edici yorgunlaşmışız ki, oteldeki numaramıza girer girmez yatağa atıldık.
Sabah. Her sabah kalkar kalkmaz ilk yapacak işim odamızın penceresinden bakarak Marmara denizi ile selamlaşmak oldu. Çünkü Allah’ın yarattığı bu koskocaman denizden bir günlük enerji, yeni bir keyif alıyor gibi oluyordum.Ve ülkeme döndüğümde de Marmara manzarası göz önümde o kadar iyi kalmış ki, derslerden yurda geldiğimde sevdiğim manzarayı 5-10 dakika tahayyül edip dinlenir oldum.
Gülkayır Orozbayeva / Kırgızistan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder